Sana Dair Mısralar

Seninle konuşmak istediğim şeyler var.
Bir İstanbul akşamı vaktinde,
Karşında oturabilmek de buna dahil.
Uzun zamandır yağmıyor yağmur Gümüşhane’de.
Şehire bindirdiğim yorgunluk ağırlığının dönüşünü,
Henüz alamadım.
Fabrikalar sebebidir ki,
Toz yağmurları ile boyanan cezaevi çatıları,
Temizlenemedi aylardır.
Ruhumda bir getirisi onun yanında.

Seninle konuşmak istediğim şeyler var.
Günün son saatlerinde,
Bir sokak lambasının altında gerçekleşen,
Veda sarılmaları da,
Buna dahil.
Henüz çiçek açabilme rehavetine sahip bir toprağa,
Ayak basmadım burada.
Güzelliğini anımsatabilecek bir olgusu yok bu tabiatın.
Cansız ve yapraksız ağaçlarında sallanan urganlar,
Bir parçası olmuş manzaraların.
Anormalliği yok ölüm çağrılarının.
Her şey normal.

Seninle konuşmak istediğim şeyler var.
Kış mevsiminin ortasında,
Gözlerinde doğup yetişen kardelen çiçeğini izlemek de,
Buna dahil.
Gökyüzünü izlemek,
Yerin altına inmekten daha zor burada.
Oysa senin yanında,
Gözlerinin içidir dünyanın gök mavisi.
Anlatsan dahi,
Bilmezler burada aşkın tarifini.

Seninle konuşmak istediğim şeyler var.
Bütün bir dünya doğası birleşse dahi,
İçime veremeyeceği huzuru,
Boynundan,
Saçlarından almak da buna dahil,
Eli kalem tutabilenlerin,
Sevdaya dair mısraların altını çizebileceğine,
İnanmıyorum burada.
Tanrı bu şehri günü geldiğinde yok edebilmek için,
Dizmiş en keskin tepelerine dağları ve kayaları.
Buranın ölüm feryatları arasında,
İnleyecek kavuştuğumuz şarkılar dünyayı.
Sana sarılabildiğim günlerin mahmur sabahlarını,
Yağmurlarla yaşayacağım burada.

Seninle konuşmak istediğim şeyler var.
Elin elimde gezdiğin bütün sokaklarda,
Gül yüzünden eksilmeyen tebessümün de,
Buna dahil.
Güzel sevgilim,
Can yoldaşım,
Bu kar tanelerin düşüşü kadar ağır bir zamanda,
Düşecek saçlarına aklar.
Ben ise,
Tebessümün ile ihtiyarlaşmanın çayını bir gün,
İçeceğim memleketinde.

Sen unut bu şehri, bu ırakları da.
Gelmez elden gayrısı.
İşliyor saat,
Kavuşacağız elbet.
Bir nisan ayı çıkıp karşına,
Geldim diyeceğim bırakıpta cezaevini.
İstanbul’un o masalsı akşamlarını,
Kavuşmak şarkıları başlatacak.
O bulutların aksamı, döngüsü,
Sarılınca sana,
Son bulacak.
Bir asi rüzgar estirecek Mikail.
Ben saçlarında öldüğüm günün huzurunu,
Bulmuş olacağım.
Bitecek şiirimiz,
Bitecek hasretimiz,
Geleceğim yanına.

Ağlayan Ölü

Başladı o yağmurlar.
Saçlarımın üzerinden yüzüme doğru süzülmeye başladı damlalar.
O yağmurlar,
Birtakım ağrıların peşinden,
Bir sır gibi tutuyordu gözlerimden akıp gidenleri.
Kırk yarin, kırk yarenin kuramadığı bir köprüydü
Yüreğimle yaşlarım arasında.

Gözüken o son kuşaktan beridir,
Yanardağ olsa bu kadar patlamazdı yüreğim.
Bir hikayenin öncüsü olsun kalıntılarım.
Mahvoldum bunca sene,
Yaşarken başıboş yazarların elinde.
Seni,
Yazarlarla dolu bir dünyanın içinde,
Ölümümün ellerinden tutup,
Yağmurlara götürecek bir şair yapmak istiyorum.
Çünkü ölü’m bile,
Ağlayacaktır bu şehirde.

Bir Yumruk Mezar

Yaşasaydı


Ah benim bir mecaliyle gün ağartan aklım,
Neden hiç kıyamadın ona?
Neden hiç görmedin üzerindeki yaraları?
Duymadın mı hiç kaybettiği kandan artık yorulduğunu?
Böyle mi olmak zorundaydı?
Şimdi ölü bir kalbin ardından,
Nasıl toparlayacağız bu bedeni?

Kim inanır bundan sonra,
Açan çiçeklerin kokusunun güzel olduğuna?
Kim inanır bir gece yağmurunun ardından,
Gün doğumunda yürümenin huzur olduğuna yaylalarda?
Nasıl dayanacağız onun yokluğuna?
Her şeyi gören sen,
Nasıl oldu da bıraktın onu bu yolda?

Sen de onun gibi duyuyor musun,
Sonbaharın sesini?
Tutuyor musun son bir defaymış gibi mutluluğun belini?
Yaşlanmanın ağrısını,
Koşamamak kollarına diye,
Biliyor musun onun gibi?
Ne önemi var yaşlanmanın,
Bildiklerini unutmak dışında senin için?

Artık üzülmesin diye miydi,
Dünyadan kopmanın bedeli?
Neden önce öldürmedin o halde kendini?
Ne yapacağız şimdi?

Hatırlıyor musun daha ilk duyduğun o zemheri esintisini?
Aylardan Eylüldü.
Yazın mahşerinden henüz kurtulmakta olan bir memleket üzerindeydik.
Derelerin üzerine atıyordu kendini sarı yapraklar.
İlk kez kızarıyordu yanaklarım.
O gün el koymuştu bir mevsime kalbim.
Son defa vermiştik, yaşamak meyvesini.

Peki ya şimdi?
Bittin artık.
Yaşamak ile ölmek arasındaki kavganı kaybettin.
Al montunu omuzlarına.
Sen bu dünyayı da kaybettin.
Çek git uzaktaki soğuklara.
Ne bir zemheri içinde,
Ne de beyaz örtülerin üzerinde,
Uğramaz kapına artık sıkıp öldürdüğün.

Ah benim cemaller önünde mirat kıran aklım,
Senin öldürdüğünü,
Daha ben öldüremedim.
Beni bu şehirlerden,
Bu topraklardan,
Böylesine derbeder yaralarla,
Vedasız,
Kimsesiz uğurlamandan,
Çok yoruldum.

Keşke,
Yaşasaydı hala kalbim.
Çok şey vardı söyleyeceğim.

33.Cadde

Kurtuluşun Müjdesi

Durmayacak bu sallantılar,
Uğramadıkça,
Ellerimde ki,
Bahar kokulu,
Çiçekler,
O mezara.

Sonbaharın bir çift demi duruyordu karşımda.
Kirpiklerine kar değmiş bir sonbahar,
Bütün bir memleketi sığdırıyordu,
Bir ömür ardında bu vahaya.
Bir çift demdi kazıdığım karnıma.
Nice caddelerdir omzuma düşen karların,
Tozlarını çekerler hala.

Türküler sinmiş gün doğmadan Anadolu kesiği soğukların şehirlerine.
Otogarlarında kuşluk vaktinden evvel bir şair,
Bembeyaz bir şehrin sokaklarına inmeden,
Sigarasını içiyordu lambanın altında.
Kafasında gri bir kasket,
Üzerinde şiddeti öldürmüş bir bekleyiş mevcuttu.
Ellerindeki kan bırakmıştı yerini papatyalara.

Bir yanılmak deniz nidalı yüzün,
Yakamoz düşmüş burnuna,
Gülüşüydü gönlümün son perde nihayetinden evvel.
Şair ömründen indirdiğimde gençlik perdesini,
Otuz iki caddenin sonundaki lamba,
Yetiyordu yaşlandırmaya beni.
Bir pervaza sermek düşlerin,
Bahar kokulu çiçeklerini,
Ve dahası,
Ağrımak,
Baharlara sığmayan bir ömür ardında,
Sonundayım yolun.
Bilmezler,
Ne mutlu oysa bana.

Otuz iki cadde tüketilmişti bir kalemin altında.
Son selası değildi bu ayrılık akşamlarının.
Son içkisi de değildi.
Yaşanmışlıklar şarkısıydı dünyaya denk olmayan ağrıların.
Bir bulutuydu Anadolu’nun üzerinden kopup gelmekte olan Marmara’ya.
Kan ağlıyordu üzerime.
Ne şiirler içmiştim oysa bu baharın dudaklarından.
Şimdi bulunmaz bir mezarıdır kıyamet ötesi akşamlarıma.
Ve ben içkimin son demlerinde iken,
Varamadım hala ona.

Bilmiyorum nedir,
Yaşamak;
Bir kuşluk vakti selaya uyanmak.
Onun omuzlarında geçen asırlar dolusu bir zamanın,
Biterdi savaşları dudaklarında,
Ve gülüşünden doğardı barış bu dünyada.
Benim bildiğim yaşamaklar,
Benzemezdi dünya nidalarına.

Şimdi bir serzenişin kelamı dökülüyor gökten.
Vakit sancılı bir sonbahar.
32 cadde geçip gitmiş ardımdan.
Kırılmış ellerimin kokusunda papatyalar.
Ömrü gençliğinden kısılan bir şair olup,
Yürüyorum ardıma bakmadan.
Saçlarımda gökten düşen kelamların aklığı bulunmakta.
Yoğun bir argınlık dökülüyor sakalımdan
Yenik düştüğüm yıllardan sonra.
Toprağına ak değmiş bir memleketin,
Sonbaharını yaşıyordum gözlerimi kapayınca.

Ne ölümdü ama oysa.
Yıllar geçti üzerinden. 
Ceketi vardı omuzlarında kalbimin.
Şair düğümü değil midir,
Hep soğukların derdindeydi.
Kurtuluşun suyuyla rengi ağarmış,
Yüzümün paklığını dökmüştü yerlere.
Yaşayamıyordu dünyanın yorgunluğuyla aynı yerde.

İşte o zaman
Bir bahar olsaydı ölüm,
Gül yüzünün cemalinden öper,
Giderdim yine yaprak yığınlarının yanına.
Hala duruyor musun yerinde ölüm çiçeği?
Üzerime kalıyor bir ekim akşamında,
33. Caddenin son cinayeti.
Kimse bilmiyor seni koklamanın,
Bir ömürden olduğunu kurtuluşun müjdesi.
Ama gitmeden,
Ben,
O kırgın ağabey,
Gülümsediğim bütün çocuklardan,
Sevdiğim bütün kedilerden,
Özür dilemek istiyorum.
Ellerimdeki,
Bahar kokulu çiçekler,
Varacak nihayet,
O mezara.

Güzide

Çok uzun zaman önce çıkan bir yangındı o.
Dünya ile tanışması gereken ne varsa,
Önce gözlerinden,
Sonra dudaklarından doğardı.
Hiçbir yanılgının esasında,
Bulunmazdı gözlerinin güzelliği.

O,
İçimde yanan,
Bambaşka bir yangındı.
Eteğinden düşen küller ile,
Yepyeni dünyalar yaratılırdı.
Her bir zerresinde,
Yeni bir yaşam barındırmak,
Ancak ona yakışırdı.
Yaşatmasını bildi,
Ve öldürmesini de öyle.

Peki hiç bahsetmiş miydi yorgun sırtında
Gündoğumunu saklayan bir adam,
Onun elinden gelen ölümün güzelliğini?
Bir yaradılışın aşkı ve büyüsü,
Bir sonun nihayetine bırakırdı yerini.
Sonsuz yorgunluğun üzerine çekilmiş,
Ebedi bir tek dokunuştu ellerinin değişi.
Eteğinin uçlarından akan ezgisi,
Uzun ve yorgun bir şarkının,
Duyulmaya değer bir serenatıydı.
Bu ütopik dünyanın olamazdı belki bir kavalcısı ama,
Toplardı kıtanın bütün şairlerini peşine.
Görmeden duyamazdı kimse güzelliğini yer yüzünde.

Yaşamın üzerine düşen bu ince kar taneleri,
Bana hep gözlerinin sessizliğini anlatırdı.
Bir kavram bulurdu beyaz örtünün üzerinde.
Bir tabiatın anası olur,
Yaşam bulurdu dünyanın en ıssız yerlerinde.
Kimsenin umrunda olmazdı,
Gözlerine sığdırdığı sessizlik.
Bir benim saplanırdı içime.

Güzide prenses,
Vakti geldi artık gülümsemenin.
Gözlerinin içine,
Seni gördüğüm her günün ışıltılarını doldurmanın,
Geldi artık vakti.
Varoluşundan habersiz bu dünya gamzelerinin.
Gül ki,
Tutsun ellerinden ardında savaşlar deviren bu gençliğim.
Sana şiirler fısıldayan bu kalemimin kan dolmuş gövdesinde,
Yetişsin artık yavru papatyalar.
Seninle,
Bırakıp bu dünyayı geride,
Buluşalım bir sonun nihayetinde.
Gül ki,
Kavuşalım tanrıya bir ömür neticesinde.

Bahar Kalıntısı

Bana bir bahar bırak kalbinde.
Seni sevmenin bu dünya üzerine getirilerini,
Ötüp duran kuşlarla konuşayım
Doğan güneşin sonrası.
Lavantalar ektiğim o kalbine,
Yağdırma karları.

Ellerin soluyor, görüyorum.
Yakın gibisin bir kışa daha.
Bir kardelen gücü daha
Kalmadı içimde bir yerlerde.
Sen sadece,
Öncüsü ol içinde bulunduğum mevsimin.
Öncüsü ol bir bahar kokusunun,
Yuvama doğurduğu müessir hayatının.

Seninle bir bahar akşamı tanışmanın,
Solgun sıcaklığı bulunmakta hayatımda.
Solgun sıcaklıklar,
Bu hissiyatın hiçbir çeşmeden yoktur akası.
Ama sen bir ilkbahar tadında kokun,
Ve bir yaz akşamına denk dudağınla,
Tek rengi oluyorsun sonbaharımın.

Gülümse,
Gözlerin dolsun
Ve sarıl kollarında bir bahar huzuruyla bana.
Teninde tedirginliğinin,
Kalbinde yorgun mutlulukların arasından sıyrılıp,
Gelsin,
Öpsün beni o küçük kız.

Ellerinde açalyalar,
Baharın bile unuttursun varlığını.
Bu yağmurlar seninle,
Bu baharlar seninle,
Bu şarkılar ve şiirler,
Ah o dünyanın son huzuru koynumda,
Kokunla,
Bir bahar bırakalım kalbimde.

Bir Dünya İnceliği

Aklımın son kalesiydi yıkıp gittiğin.

Sen bu sevdayı terk edip gittiğinde,
Ben,
Kendime gelecek vakti hiçbir mevsimde bulamadım.
Veda edemediğim her şeyin,
Ağrısını çekti bu beden,
İçinde bir mai nihayetiyle.

Her şeyimin üzerinden geçti büyük bir fırtına,
Göğsümü açıp siper etmedim.
Kurşun yediler dostlarım,
Ellerimi belime atacak gücü,
Kollarımda bulamadım.
Aklımın son kalesiydi yıkıp gittiğin.

Ölüm diye andılar adını çokça.
Yüzüme değen her soğukluğu bu kıtanın,
Ölümden öte bir adın olduğunu bilmiyorlardı.
Bu çağın kapanışında,
Bir adamın yıkık omuzları vardı;
Yağmurların ölüm dediği,
Benim ise her geceye bıraktığım  bir dünya inceliği…

Vakti gelmiş bulunmaktadır ayrılıkların.
Dostların dergahlarını terk etmenin,
Çekip gitmenin bu yağmurların altından,
Yarıda bırakıp dönmenin kimi caddelerden,
Çıkmanın umudu olmayan kalplerden,
Adını,
Ölümden öte taşımaktan ayrılmanın,
Vakti gelmiş bulunmaktadır.

Darılacaklar elbet bana,
Ama canım yok artık biraz daha yaşamaya.
Bu dünyanın benimle duyduğu şarkılar,
Şiirler,
Aşklar ve üzüntüler,
O küçük tebessümler,
Yaşamaya ve yaşatmaya dair ne varsa,
Beklesin,
Geleceğim yanınıza.

Avuçlarıma Düşen Öykü

Unutma,
Bir adamın ilk kez yıkıldığını sonunda bu hayatın.

Bekledim!
Ben bütün kavramları bir köşeye atıp,
İnsanlığımın doğduğu o ilk ışıkları,
Kocaman bir boşluğa sürüp,
Yeniden bir gün,
Ellerimi tutuyor oluşunu bekledim.

Geldiğim o yolların,
Bir günü karşıladığı güneşinden,
Seni görmeyi,
Sana gelmeyi yeniden,
Saçlarımı ağartarak bekledim.

Hiçbir vaktinde susmadı,
Bıraktığın yaranın o ince sızısı.
Ne büyük bir kalp ağrısıydı,
O ayların bende bıraktıkları.
Ve akıl almaz bir çağrısıydı ecelin,
Gidişin.
Kimse suçlamadı ölümlerimden beni.

Unutma demirden dövülmüş avuçlarıma,
Düşüşünü bu gözyaşlarımın.
Ömrümden eksilen bütün baharların,
Saçlarından doğma papatyalar olduğunu sebebinin,
Unutma,
Bir adamın ilk kez yıkıldığını sonunda bu hayatın.

Kim bilirdi dünyada görülmeye değer ne varsa,
Ellerinde toplanacağını,
Ve bir kıyamet havası bırakacağını bağrımda.
Ben,
Aklı başından devasa bir deli,
Ölecek olsam dahi,
Yine de severdim seni.

Ve yine,
Tek başıma göçüp giderken bu diyardan,
Hesabını veriyor olurdum tanrıya yeni bir intiharın.
Çünkü hiç bir akıl,
Söndüremezdi baharını kalbimden bu aşkın.

Yanımda Ol Öldüğümde

Öncedendi.
Seni sevmenin,
Bir intihar girişimi olduğunu anlamadığım zamanlar,
Yetmiyordu anlatmaya bana bu uğultular.
Ölümü,
Son secdeden sonra yalvara yalvara çağıran kalbime,
Yaşamak düştü kurtulmanın ağrısıyla bu hayattan.

Ne konuştuğumu,
Nerede durduğumu,
Ve kendimi nerede unuttuğumu bilmiyorum.
Bilmiyorum yaralarımın dineceği vakitleri.
Manasız cümlelerin ve yersiz konuların adamı değildim. 
Bu ağırlığı tartabilecek kadar büyük değildi kalbim.
Kabullenemiyorum öfkeden daha ağır olmasını sevgimin.

Ben bir akşam esintisinde,
Ege’ye karşı hiçbir yükü olmadan kalbimin,
Tüm gücümle gülümsemek istiyorum.
Bir dünya doğuşuna şahit olmak istiyorum,
Doğduğun güne gidip,
Tadarak gökyüzünden baharlı gözlerini.

Bir bahar mevsimiydi.
Hiç kimse gülmüyordu bu dünyada benim kadar.
Ölümlerin ve paslanmış acıların prangalarını,
Gizleyemiyordu hiç kimse,
Benim kadar.
Çok yakınındaydım tanrının.

Farklıydı her şeyin gözümdeki yeri.
Düşünecek kadar yaşlandı artık avuçlarıma değen bu yaşlar.
Pahalı şarkıların yağdırdığı yağmurlarda,
Islanmaz bir adam bıraktım ruhumdan ayrı artık.
Yoruldum yalnız yürüdüğüm kaldırımların ıslaklığından.
Ben değilim bu yağmurların tek yalnızlığı.
İstemiyorum karlar altında çektiğim can ağrılarını.

Bir türkü söyle bana,
Dizlerimin üzerine çökmek ağrıtmasın bedenimi.
Uzakların ve mutluluğun yolcusu,
O baharı bana üfleyen dudakların,
Bir seninle kavrulmuş yüreğim,
Benim bütün ağrılarım
Ve tek tamamı ömrümdeki güzelliklerin,
Sen yaşanılası bir kadersin,
Bu çökmüşlüğüne rağmen bedenimin.
Olsa da bir ölümü o eski günlerin,
Doğan güneşin getirisi güllerin üzerine,
Gül yüzünün ahenginden,
Benim tabiatıma serilir.

Şimdi,
Sana sesleniyorum ömrümdeki o büyük bahar.
Kalbime yakın yakamozların üzerinde,
Sürüyor yürüyüşün o kuğu güzelliğinle.
Uzanıyorum bir gün tutmak için ellerinden,
Öldüğümü çok geç öğrenme diye.

O şiir sustu.
O şiir bitti artık.
Neye olduğu bilinmeyen bir veda şiiri gibi,
Mısralarımda durgun bu dünyanın ahengi.
Gücüm yok artık anlatmaya.
Bir yağmur yağsa,
Ve ıslansa saçların,
Islansak birlikte.
Hiç çıkmasa dünyanın çivisi,
Ellerinden tutmayınca.
İçtiğim rakının göğsümdeki son sermayesi,
Noktasını koyamadığım şiirlerin,
Yarım kalan tek merasimi,
Sadece,
Yanımda ol öldüğümde.

Bir İntihar Akşamı

Keşke daha çok baksaydım gözlerinin içine.
Daha çok farkında olsaydım boyunun,
Ve gülüşünün sesini daha çok kazısaydım aklıma.

Keşke uyumasaydım yanında geceleri,
izleseydim.
Görseydim ay ışığının düştüğünü bir sonbahara.
Bir sürü şiir dokusaydım gözlerinin buluştuğu yakamozlara.
Hatırlayabilsem keşke kokunu.
Varlığının eşsiz tabiatı silik görsellerle kaldı aklımda.
Gözlerinin bana değişleri durmuyor artık hayatımın ortasında.
Bir okul dolusu çocukla tutsaydım ellerinden. 
Ellerin,
Ellerin de yok artık aklımda.

Güz kokulu gözlerinin artık uğramadığı bir ormandayım.
Kurtulamıyorum soğuk ayazlarından sensizliğin.
Anlamıyorum nedir bu ciğerimdeki sen kaygısı,
Nedir tanrının parmaklarımda dolaşan saçlarından geriye bıraktığı?
Yediremiyorum incindiğim yerlerde yaşamayı.

Bu unutulmuş bir acının değildir zafer şarkısı.
Gül yüzünün çiçek açmış izlerini seyrinde taşıyan aklımın,
Seni sen yapan her şeyi kaybedişinin çığlığıdır.
Ne güzeldi oysa hatırlamak seni.
Gövdemdeki ağrılardan,
Dizlerimdeki güçsüzlüklerden,
Ellerimdeki nasırlardan sıyrılıp
Yüreğimin tam ortasında güller açtıran gözlerinin,
Meçhul oluşunun ağrısını verdi tanrı ellerime.
Ki ellerim,
Ellerin olmadan,
Söylenemeyen şarkıların geride bıraktıklarıyla sınanır.

Özlüyorum Seni

Özlüyorum seni gül bakışlım.
Benim bahar kokulum,
Özlüyorum seni.
Hiçbir mikrofondan duymadım yokluğunun dermanını.
Hiçbir şair de yazamamış seni kaybetmenin ne demek olduğunu.

Sen yaşamaya dair bir lütufsun.
Sen,
Bütün kıyametlerin arasında durup,
Birdenbire söylediğim şarkılar kadar güzelsin.
Yorgun yüreğimin istirahatinde bir demli çayı kokundan,
Ağaran yüzümün yorgunluk gamzesi,
Dünyaya papatyalar seren ellerinden
Alır ahir gözünün güzelliğini bu tabiattan.

Şarapların bulutlardan aktığı aşikar bir günde,
Ellerin vermişti acısızlığın tadını bana.
Ben acısı nasıl diner bilmez bir yaranın,
Ellerinden almıştım dünyama derman bağları.
Soğukların ardına usul bir sessizliğiyle kuşların,
Kanatlarına dönmesiydi gözlerimin açılışı aydınlığa.
Sevmenin onure edilemediği bir zamana doğmak,
Seninle olmanın devrimini yüklüyordu omuzlarıma.

Batmış gemilerin pruvalarında yıpranmış bir gövdem,
Çocukların ellerindeki güllerin sıcaklığını,
İhtiyarların gözlerinde barınan dinginliği,
Saçların serilince alır üzerine.
Ve yaşam kaygısının terk edilişi bu diyardan,
Tutup ellerinden yükselince olur göğe.
Gökte sen bir melek,
Yerde ben bir kaftan yürek;
Yaşayacağız,
Yaşamak,
Ellerinden doğan dermana benden bir dilek…

Müzisyen

Son şirazeleri bu nefsimin.
Zihnimden kopmaya yeltenen lütuflarımı,
Tutacak gücüm kalmadı.
İşte bir bir kıyılmış ezgiler,
Beni bekleyen bu uçurumda,
Son raddemin öncüleri olmaktalar.

Ellerimde patlayan balonların ipleri
Ve üzerimde kimi kanların bıraktığı ıslaklıklar,
Bu soğuklara yıkılmam için,
Bastırıyorlar omuzlarımdan.

Ben öbür tarafı bu koca sefaletin;
Öteki yansıması bu arsız merhametin
Ve hiç tanınmamış efkarı bu saydam yağmurların,
Yolculuğum çok uzaklara kalbimden.

Bir müzisyen çalıyor ömrümü ahiretten.
Hazırda bekletiyor elindeki arşeyi.
İçimdeki son ezgiye kıymak müziğinin kefareti.
Bir müzisyen alıyor beni bu cehennemin kapısından,
Söz verdiği ızdırabın,
Ruhuma yeltenişine uğurlamak vazifesi.

Ve ben son kadehimi gözlemekteyim yağmurlar altında.
Mısralarımın içinde o gördüğüm küçük çocuğun,
Kanlar akmakta gözlerinden.
Vazgeçmiş benimle beraber yazdığı umutlarından,
Bırakmış avuçlarıma patlayan balonlarından.

Bu dünya yaşıyorken cenneti,
Evet,
Özgürlüğün ve aşkın kuşlarıydı onlar.
Bir gökyüzüne bedel kanatları,
Ne güzel süzülürdü bu mavilikte,
Ben onlara kıymadan evvel.
Şimdi üzerime bırakılan ıslaklıklardan ibaretler.

Öldürdüğüm her umudun son rızası oldum tanrıdan.
Kendi döktüğüm yaşların vefasıdır,
Üzerime yağmaktalar gittikleri bulutlardan.
Patlayan balonların ipleri ellerimde bir urgan,
Ben bu çaresiz ömrün ardında,
Bitmiş bir adam,
Gitmekteyim,
Çok uzaklara kahrımdan.
Aç kapıyı müzisyen,
Mecali kalmamış bir el uzatılmakta canımdan.

Dönecek Bu Dünya

Bir gün,
Yeniden dönecek bu dünya,
Biliyorum.
Sen olacaksın kollarımda.
Başka kimse olmayacak.

Bir gün,
Dönecek bu dünya.
Kedilerin saklanmadığı,
İnsanların kaçmadığı yağmurlardan,
Ellerimin sigara kokmadığı bir dünya olacak.

Ben yine ölmeye gideceğim seninle.
Yine kimse bilmeyecek.
Ama sen bileceksin;
Bu basamaklardan nasıl vazgeçtiğimi
Ve terk ettiğimi uğruna arzularımı.

Bir gün dönecek bu dünya.
Düşen yapraklara kırılmayan bir ilkbahar yaşanacak.
Yakmayacak yağmur damlaları,
Yokluğunun azdırdığı sancılarımı bir daha.
Bu dünya,
İzlemeyecek artık başkalarında yanışımı.

Elbette duyacaksın bir gün beni.
Rüzgarın kesildiği bir dönemde rastlayacaksın sözlerime,
Şarkılar bırakacaksın sesime.
Kalbim bir asır yaşını bıraktığında geride,
Gelişinin çocukluğu yaşanacak yeryüzünde.

Efkarımdan güçlü gecelere sahip olacağım,
Başını her koyduğunda göğsüme.
Her güne yeni bir şiir bırakacak,
Seni doyuncaya izlemek aydan ve yıldızlardan öteye.

Tutacaksın yine ellerimden.
Ben bu koca adam bir dünya yüküyle,
Düşeceğim küçük omuzlarının üzerine.
Melekten öte güzelliğin
Ve kanatların,
Yine tutacak beni bu dünya üzerinde.

Dönecek bir gün bu dünya,
Sen benim,
Ben senin kollarında bittiğim bir günde.
İşte kuşlar,
İşte çiçekler,
Ve denizler,
Senin güzelliğinle yansıyacak gözlerime.
Ben yaşadıkça biteceğim bir dirhem gülüşüne.

Kanayan Mezarlık

Bir yerinde kopmuş zamanın doğrusal çizgisi.
Kopan yerlerinden süzülen kanları
Damlıyor benim devrik hayatıma.
Görüyorum;
Tınılarında kavuştuğumuz şarkıların,
Hala en diplerinde arıyoruz birbirimizi.

Doğru söylüyor gözlerimi tavana diken aklım.
Seninle yaşlanamayacak olmanın,
Hiçbir önemi yok zamanın bu doğrusallığı için.
Ama birileri söylemek zorunda sana,
Zamanla birlikte senin de koptuğunu bağrımdan.

Yokluğunun,
Ölümler doğurduğu bir dünyaya sahip oldum.
Kaybettim gözleri ışıldayan çocuk sürüsünü.
Zaten varlığın da yaratmayacaktı hiçbir hiza,
Şu kanını silemediğim kırıklarımda.
Ama ben düşkünü bu dünyada son perdenin,
Yüreğinde tutuyor ölümden öte adını hala.

Gecenin ışığı değdiğinde,
Toprağımın üzerinde yetişen,
Ellerinden bir parça edasını andıran papatyaların üzerine,
Anlayacaksın ne hikmetiyle gömdüğümü içimi yerin dibine.
Seninle büyüyen içim,
Sensiz ölmeyi de seviyordu son sönüşünde.
Çünkü sevgilim,
Kurbanı olunacak kadar güzel bir silahıydın sen bu cinayetin.

Elveda

Bu yüreği ellerinden doğuran acımasızlığa
Kırgınım artık.
Söylediğim türkülerin hangisinde bıraktığımı bağrımı,
Ne sana yuva olmaya yorulan yüreğim,
Ne de sakarlığın ile düşürüp kırdığın umutlarım,
Bilemezler artık.

Öyle güzel rüyaların içinde uyandırırdı ki oysa,
Bu dünyanın kirini söndüren kadim güneş;
Hapsolurdum seninle gelen günün güzelliğine.
Şimdi hangi mevsimi bırakacağımı bilmiyorum ardımda.
Ama,
Ben gidiyorum artık.
Tek teli kopuk bağlamam
Ve bir şehir tavafımıza şahit bu sokaklar,
Senindir artık.

Yalnızlığı yazdığım mısralarda,
Her kadehin sonunda,
Ve doğan her günün şafağında,
Görüşmek umuduyla,
Elveda.

Saudade


Sorma sensiz kaldığım günlerin gecesini.
Yoktu hiç bir gecenin istikbale yakın türküleri.
Öldürebilirsin benim ölmek isteyen her yerimi.
Bağıramıyorum öyle ulu orta sensizliğimi.

Bana sen,
Kiminle konuşacağımı bilmediğim bir dünya bıraktın.
Ben ki,
Senin uğrunda bu dünyaya bırakılan bir parçaydım.
Sen ki,
Uğrunda bütün dünyanın yalnızlığını sırtladığım bir güzel,
Bir okyanus,
Bir sonbahar,
Bir leylaydın.

Bastıramıyorum içimi kanatan bu yağmurları ben hala.
Kafamdakileri susturmanın tek yoluydun sen,
Tek yoluydu gülüşün ve gözlerin.
Ve sen ki bu yeryüzündeki tek durağım,
Çiçekler biriktirdim gelişinin getirdiği çocukluğa.

Dünya’ya şiirler yağıyordu geçirdiğimiz her gecede.
Sesinin rengine bürünüyordu
Mutluluğu yazdığım mısralar.
Karanlıkların arasından alıyordu kalemim bir yakamozu,
Ve örtüyordu kuvvetsizliğimin üzerine.

Gözlerinin mevsimini döküyordu tanrı bu denizin üzerine.
Bu katran karası kalbin düşü,
Yakamoz olup bırakıyordu kendini
Sesinin götürdüğü her yere.
Ve sen ki şiirim olup,
Doğuyordun sensizlikten bile bu geceye.

Ağlama yahutum,
Yarım kalmış fakatlarım…
Sen yüreğimdeki trenin daim yolcusu,
Yürüdüğüm yolların aydınlık tek incisi;
Ne merhabalar biriktirdim sana;
Rüyalarımda ki cennetin gül yüzlü prensesi,
Bir gün çıkarım diye karşına,
Karlar altında.

Bir Mevsim Tecellisi

Ardı arkası kesilmeyen bekleyişlerin,
Bir güzelliğiydin sen.
Bir güzelliğiydi bulutların döktüğü gözlerin,
Sebebi olur içimdeki bu umuttan parelerin.

Sen ve gözlerindir türkülerimin ahengi.
Sen ve gözlerin,
Her mısrasına bir yuva doğurur şiirlerimin.
Ne güzel değerdi şimdi her köşesine,
Gün ötesi güz güzelliği ellerin.
Ve şiirler sevgilim,
Başladığında sen kokmaya,
Yazdıkça ötesini arar kalemim.

Oysa sen ki ahirim,
Güzü gözlerinden alan yüreğimin üzerine,
Karlar yağdırdın sonrasında.
Derdimin tasamın uğradığı yer
Sadece üşüyüşü oldu ellerinin.

Ben her soğuğunda sarıldım sana bu mevsimin.
Her soğuğunda tuttum ellerini.
Ne bir ağlayış sancısına,
Ne de bir eksilişine gövdemin,
Atamadım bu sevdayı.

Ben açtım gözümü güze de,
Toprağımın üzerine karların yığıldığı günlere de.
Ancak,
Kuşların konduğu parmakların
Ve avuçlarına düşen kuru yapraklar,
Gövdemin ağrısına yağamadılar.

Ayağımın altından
Kopup giden bu tren raylarının,
Sana uğramak yolu terk edildi bağrımın baharından.
Sen ve sana giden yollar,
Bırakıp gittiler beni.
Ben ve seni yazan şiirlerim,
Uyuyoruz hala,
Dudaklarının yanındaki kıvrımlarda.

Sen,
Öyle durma uzakta.
Üzerime bir bahar,
Omuzlarıma bir memleket oluver.
Vazgeç yağmurun altında bir yabancı şiir olmaktan.
Sen bu yağmurla,
Avuçlarıma değen bir şiir oluver.

Tanrının Uyuduğu Saatlerde

Tanrının uyuduğu saatlerde sevdim seni.
Dünya kimsesiz bir kaosa hakimdi.
O gökten düşen tek yüreği aldım ellerime,
Bir tek sana geldi edesim hediye.
Sonra tanrı uyandı.
Karşısında durdu göğünden çalıp boynuna astığım incilerin.
Bana susmak düştü.

Tanrının uyuduğu saatlerde sevdim seni.
Bir piyanist ayaktaydı o saatlerde benimle,
Bir de sigaralarımız.
Ben çektikçe doluyordu ciğerime ağrısı,
O ise dokundukça sevgilisine.
Dünya gürültülü yağmurların altında kaybediyordu çiçeklerini.
Ama ben duyuyordum
Adının ardından kulağıma düşen sesini.
Sonra tanrı uyanıyordu.
Sen de açıyordun gözünü.
Mutluluğun dünyayı esir aldığı saatler doğuyordu gözlerinden.
Yüreğime bir susmak düşüyordu.

Ben,
Tanrının uyuduğu saatlerde seviyordum seni.
Kimse hazır olmuyordu okumaya yazdığım seni.
Ben seni seviyordum,
Ve bu aykırı etmeye yetiyordu,
Seni sevdiğim saatleri.
Dünya bir meleğe sahip değildi,
Çünkü ne tanrı uyurdu,
Ne de sen görebilirdin,
Yağmurda ölen çiçekleri.

Aşkın Tanımını Yaptığımız Fotoğraflar

Bir akşamüstü kafam atar,
Çıkar gelirim yanına.
Cebimde sayısız fotoğrafın olur.

Yağmurun yağmasını dileriz Tanrı’dan.
Çünkü bilirsin,
Yağmurun,
Sevdamın üzerinde gezdirdiği parmakların her biri,
Seni bir kez daha sarmama vesile olur.

Kulaklarımıza güzel şarkıları üfler dururuz.
Yürürüz İstanbul’un yağmurdan korkan sokaklarında.
Şehir izler bizi.

Bu ağaçların dinleyebileceği en güzel şarkıyı,
Dallarının altında söylerim sarılınca sana.
Bana baktığın fotoğraflar düşer hayatımıza.
Birini Galata çeker, diğerini Çamlıca.
Kuşların ölmediği bir sevdayı tasvir eder Galata,
Gülüşünün üzerindeki kıvrımlarda.

Çamlıca ise bakar bana uzun uzun.
O güzel hikayeleriyle dolmuştur gözleri.
Vücut bulsa eminim,
Açardı bana kollarını.
Bu dünyadan uğurladığı,
O güzel sevdaların son tasvirinin,
Biliyordur içimde olduğunu.
Yüreğimin,
Seni izledikçe yansıyışını yeryüzüne,
Bir tek Çamlıca söyler.

Kollarınla sardığın kalın boynumda,
Uçabilmeyi yeni öğrenen kuşları izler bu coğrafya.
Geniş omuzlarımın üzerine gömülmüştür vahasızlıklar.
Güneş doğmaya başladığında,
Uyanacağın günlere gülümsemiştir içimdeki çocuk.
Ellerimde yarıkların tadı yoktur artık.
Seni sevmek,
Dünyamı değiştirebilen fotoğraflarda yaşamak olmuştur.

Hep Benim Göğsümde Yaşa

Mektup olup sana yazılası gelmekte,
Kalbimin ağrıyan yerlerinin.
Satırlarında bütün acılarından bahsedip dünyanın,
Seni tutmamak onların yanında;
Güçsüzlüğümden utandığımı,
Bir senin kollarında unutmak olası var cezbimin.

Önümden geçen kuşlara baktıkça büker boynunu,
Bir yerlerde öldürülen,
Nasılsın sorusundan korkan,
O küçük çocuk.
Yerini sakallı, sinirine muhalif olmayan,
Siyahların içinde çirkin gözleri seyiren,
Koca bir adam almıştı.
Şimdi ellerinde tuttuğu minik bir kalbi,
O çocuğun dudaklarıyla öpüp uğurlayan,
Kanı yarasından acı bir beyhude kimlik bulunmakta bu şiirin başında.

Ah bu İstanbul’un geçirmiş olduğum yüzlerce gecesi,
Nasıl da bambaşka olurmuş senin kollarında.
Bir meydanında,
Caddesinde,
Tramvayında bekledikçe kokunu,
Alabilmek mutluluğun tadını,
Bir seninle sevdirdi bu şehrin ahengini.

Kaldırımlarında vardı şarkılarımız,
Ve geceleriyle doluydu şiirlerimiz.
Ellerimiz Marmara ayazını birleşince keser,
Biz öpüştükçe susardı tüm bu kalabalık yollar.
Allah’ın güzel yüzünde biriktirdiği ışığı,
Gözlerinden alırdım bir şükürle.

Sen benim öpüp durduğum yaralı kalbim,
Sen benim göz altlarıma değen dudakların sahibi,
Sen benim öldürülen çocukluğumun ettiği tebessüm,
Hayatla kurduğum bağın,
Yeryüzünde ki çizilmiş en güzel resmi,
Ben seni saklarım ellerini koyduğun göğsümde
Ve parmaklarını gezdirdiğin yüzümde.
Sana edilemez bir veda,
Çünkü yoktur dökeceği bir yaşı bu tahrip altında.

Vedalar soğuktur sevgilim,
Sen üşüme,
Hep benim göğsümde yaşa.

Bir Valiz Yorgunluğu

Bir valiz bırakmak istiyordum arkamda;
Uzunca bir seyahat boyundan evvel,
Bir yolun kenarına öylece atmak.

Tanrının ne konuştuğunu merak etmemek,
İnsanların kalplerinde,
Hiçbir zaman dönemeyecek o eski sevdaları,
Aramamak,
Cüzdanımda bir fotoğraf taşımamak,
Ölüm vesilesiyle bakmamak bıraktıklarıma,
Kolumdaki saatin tik takına tapmamak,
Kadınların geleceğinde ve hayalinde bulunmamaya kırılmamak,
Düşünmemek karşımda taşlaşan kalbin kırılmasını,
Yaşamak olgusunu dert etmemek,
Cüzdanımdaki boşluğun beni bitireceğini düşünmemek, 
Kalbin acısına yıkılmamak caddelerin ortasında,
Dostlarımın rahatı için ömrümden vermemek,
O ağır yüklerden bükülmemek belimden,
Yaşamaya vaktimin olmadığı çocukluğu hala aramamak,
Gözlerinden duymamak mevsimlerin kokusunu,
Bedenlerden almamak mevsimsizliğin tadını,
Avlanmayı bekleyen bir nilüfer olmamak akarsularda,
Mutluluk diyen palavracılarla umutlanmamak,
Ölümlerin ağır gölgeleri altında diz çöküp beklememek,
Seni görememe korkusuyla savrulmamak memleketler boyu…

Son kez yokladığım cebimde,
Yağmurdan ıslanmış bir mektup buldum.
O gece ne yağmur dindi ben okurken o mektubu,
Ne de yüreğimin ayaklarımdan ağır ağrısı.
Yağmurlu bir günün ağır yolcusu olmak, Yüreğimdeki ve aklımdaki yüklerle,
Bir bana yakıştı bu alemde. 

Bakamamıştım,
Hiçbir şeye güzel bakamamıştım.
Elimdeki papatyaların renginin güzelliğine,
Kanayan güllerin elime değen terine,
Yüreğimde taşıdığım yaralara,
Büyük bir olgunlukla yetiştirdiğim o hayallerime…

Bu şehrin her bir yerinde buldum,
Her bir kıyısında vardı o sararmış mektuplar.
Bizim umutlar,
Gitmemişti ihtiyacı olan birine.
Galata’dan ve kızın kulesinden hikayeler peşinde olmak ile,
Dünyanın sonuna yürümek arasında yok gibiydi bir fark.
İnsanların içinde gülebilmem,
Yanardağların içine adım atmamla birebir gibiydi.
Nazım abi,
Ben sadece Gülhane’nin cevizi olmaktan değil,
Ben,
Şarkı söylemekten de yorulmuş bulunmaktaydım.

Hiç bilmediğim türküleri çaldım sonra sazımda.
Ve bırakamadığım valizin yükünü,
Önümdeki ince belli çay bardağına doldurdum.
Yoldaşımı yakıp dudaklarıma koydum.
Bütün ışıkları söndürüp,
Ölümün yoluna koyuldum.

Ne cebimdeki mektuba,
Ne cüzdanımdaki fotoğrafa,
Ne kolumdaki saate,
Ne de seni görememe korkusuna,
Aldırış etmeden,
Yürüdüğüm son yolun ufuklarına varmak üzereyim.
Tanrı’yı bekliyor olacağım.
Çünkü ben bu sınavın,
Depremler altında ezilen çocuğuyum.

Cam Kırıkları

Ne de bu dünya kaldırabilirdi, birleşen ellerimizin karşısında eğilmeyi.

Sonra,
Bakışlarını yere doğru çevirdi,
Saçları omuzlarından aşağı doğru düşüverdi.
Cam kırıkları birer birer düşüyordu gözlerinden.
Oysa gözleri,
Bu dünyaya verilebilecek ne güzel bir aynaydı.
Düşen her cam kırığı,
Benim kollarımın üzerinde bitti.

Omuzlarından kendini salmış saçlarını,
Ellerimle toplamak istedim.
Saçlarının ucundan görülüyordu,
Yüreğinden akıttığı kanın damlası.
Oysa saçları,
İcrası yıllar süren bir sanatın,
Ürkek ürkek atılmış fırçalarından çıkmaydı.
Avuçlarımın içinde bir hiç etmeye,
Kıyamadım.

Kaldırdı kafasını.
Anlat dedi.
Nasıl anlatacaktım?
Tanrının nadiren de olsa,
Bu dünyaya güzel bir şeyler gönderdiğini,
Sana bakıp bakıp anladığımı;
Senin göğünden düşen yağmurun,
Sanata binen en nadir bulutundan olduğunu.

Nasıl anlatacaktım?
Ağır halüsinasyonlarımın altında,
Senin gibi bir güneşi söndürdüğümü istemsizce
Kendi dünyamda.
Avcuma bıraktığım bir yığın gecenin yerine,
Senin avuçlarını sığdırmayı beklediğimi,
Gözlerimin perdesini her indirdiğimde bu dünyaya,
Binbir güzelliğin ile aydınlattığın geceyi,
Nasıl anlatacaktım sana?

Gözlerimin hicrası,
Kirpiklerinin üzerine hiç ölmemek üzere uzanmayı yeğlerim,
Ölümün bir tutkunu olarak.
Gördüğün her güzelliğe,
Seninle şahit olmak olur gayem.

Canımdan akan en tatlı kanın damlası,
Benim kadar delirmiş olacaksın ki,
Bu kara bahta vurgunsun sen.
Çıkıp sana anlatacak olsaydım,
Rüyalarında sevgilisiyle buluşanların çiçekleri değiyor ellerine derdim;
Sevdanın denizcileri bizim için bekliyor bu limanda,
Ve sadece ikimizin izleyebileceği bir filme dönüyor el ele oluşumuz.

Kirpiklerinin üzerine hiç ölmemek üzere uzanmayı yeğlerim,
Ölümün bir tutkunu olarak.
Ama ne ben bunu anlatabilirdim sana,
Ne de bu dünya kaldırabilirdi,
Birleşen ellerimizin,
Karşısında eğilmeyi.

Kayıkların Karası

Nice aşıklar biliniyormuş tren garlarında alınmayan mektuplarıyla

Beni,
Yarınlara yakın olan yerlerde öldürün.
Üzerimde güneşin attığı tokatlar değil,
Bulutların sardığı baharlar bulunsun.
Dünyaya sunulabilecek eşsiz bir manzara olmadım hiç;
Bir manzaraya da layık değildir mezarım.

Yüreğimde açan çiçekleri yaşatmak için,
Hiçbir çaba sarfetmedim.
Yani temizlemeyin üzerimdeki otları,
Gereksiz.
Heybetli bir duruşta olmadı hiç bedenimin gönyesi.
Yani dikmeyin mezar taşımı,
Gereksiz.

İskelelerde uzun uzun olmadı maviliklere dalışım.
Yoktu maviden bir beklentim.
Memleketimin karaya bürünen toprakları olmalıdır yatağım.
Artık bedenime yağmurların yağdığı bir diyarda değil,
Kırmızıların boğduğu bir diyarda olacağım.
Yani dökmeyin ardımdan bir damla gözyaşı,
Gereksiz.

Nice aşıklar biliniyormuş
Tren garlarında alınmayan mektuplarıyla.
Bu sevda yığınlarının altında kalan bir sürü dişi kuş,
Hepsi kanatlarından düşen bir tüy ile tanınıyormuş.
Yani bekletmeyin o yari
Bu mezarın başında,
Gereksiz.

Ben ölürüm, öleceğim.
Beni babamın ellerine verin.
Doğduğum bir dünyada değil,
Yaşadığım ellerde bitsin bedenim.

İzmihlal Gecesi


Benim bir ihtilalim yoktur,
Senden uzağa kaçamam.
Uzaklara bakınca da göremem,
Seninle el ele buluştuğumuz fasıl günlerini.

Ucunda bir serüven, bir bağ yok.
Ben sazımı çalarım,
Sen kulaklarını kapatırsın.
Türküler söylerim,
Etrafa bakınırsın.
Yürüyüp uzandığın bir gölgede,
Çayımı demler,
Etrafında uçuşan martıların uykusuna dalarım.

Bu bir izmihlal gecesidir yaşadığım.
Ne bir kokuna şahit olurum,
Ne de bir manolyalı gözüne.
Tanrının konuştuklarına kulak misafiri olurum,
Elime bir kader sıkıştırmaz olur hep.

Üzerimizde bir kumar döner her gece gündüzlere yansıyan.
Yüreğimin kurnazlığını tadamamış bir dünyada,
Kaybetmeye oynarım içimdekileri.
Oysa çok cesurca bir şey yapmıştım,
Güçlü bir yekpareliği yenmiştim.
Oysa yumruklarım, kavgalarım,
Hep örtmüş bulunmaktaydı güçsüzlüğünü yüreğimin.

O örtülen gecelerini tatmıştık seninle dünyanın.
Bu şehir uyuyordu tanımadıkları yataklarda,
Bir sen, bir de ben kalıyorduk sokaklarda.
Bilmediğim dansları öğretiyordun,
Hiç kavuşamayacağımız bu yağmurların altında.
Etrafta tarifi Allah’tan dökülecek sevda melekleri mevcuttu,
Bana küskün, bana kırgınlardı.

Ne olabilir gözlerinden tutmanın bedeli bu kıyıda başka?
Mevsimlerden mi söz etmek gerek, edelim.
Hangi mevsim kalabiliyor ki sensiz.
Bulutlara mı anlatmak gerek seni,
Anlatalım anlatmasına da,
Hangi yağmur damlası tutabilir söyleyeceklerimi?
Ben konuşurum,
Onlar kaybolur bu şehrin kaldırımlarında.

Güneş, devrilmekle mükellef gibi sadece şu zamanlar.
Ne ellerinden tutabildiğim tenine dokunuyor,
Ne gözlerime değen gülümseyişlerine.
Bir gün plakların çaldığı bir kafede,
Gecelerimizin ellerinden tutup,
Koyulalım bu İstanbul’un manzarasına.
Ki İstanbul,
İstanbul olalı,
Haketmemiştir yan yana geldiğimiz sayfaları.
Bu banklar, camiler ve sokak lambaları,
Ne benim betimlediğim sayfalarda,
Ne de gülümseyen şiirlerimde görür güzelliğini.
Bir ben bilirim,
Ve bulamam güzelliğini sunabileceğim alfabeleri.
Ama ben bilirim,
Tutkulanmak nedir,
Ve nelere kadirdir,
İstanbullu gecelerde,
Seninle olmak,
El ele.

Bana Bir Dünya Anlat Sevgilim



Bana bir dünya anlat sevgilim,
İçinde yalnızca senin bulunduğun.
Güneşin,
Sen göğsümde olunca,
Doğmadığı bir dünya anlat bana.

Duvardaki saat yalnızca yıllarımızı saysın.
Ben unutayım, sen unut,
Bu evin kapısı yalnızca bize açılsın.
Yatağımızın yanında çiçekler açsın.
Kahvaltı sofralarımız,
Bu dünyayı hep güzel sesinle uyandırsın.

Bana bir dünya anlat sevgilim,
Yaşlarını toprağa hiç düşürmediğim.
Hiç benden gitmediğin,
Ellerimdeki yüzünü,
Ömür boyu görebildiğim,
Bir dünya anlat bana.

Gecelerin bütün anlamı,
Kadehine doldurduğum sohbetle derinleşsin.
Sen ve geceliğin,
Bu evin tek sebebi olsun.
Şarkıları yalnızca seninle dinlemek,
Filmleri yalnızca seninle izlemek olsun.
Senin olduğun her köşesinde bu yuvanın,
Bana duvarlar gülsün.
Bu ev birtek seninle yuva olsun.

Bana bir dünya anlat sevgilim,
Boş bir kalabalığa hiç karışmayacağın.
Okuduğum şiirlerin yüzünde güller açtırdığı,
Boynundaki kokunun,
Yeryüzündeki bütün kokulardan güzel olduğu,
Ve hiç özlemek zorunda kalmayacağım,
Bir dünya anlat bana.

Dizinde uyumak,
Kabuslarımı geride bırakmanın tek vesili olsun.
Vücudumdaki yarıklara hiç değmemiş olsun yaşların.
Çiçekçiler yalnızca bir beni, bir de seni tanısın.
Çocuklar,
Bizim aşkımızla büyüsün.
Oğlanlar seni yaşattığım yüreği alsın yüreklerine,
Kızlar senin kadar sevilmeyi beklesin.
Bu kağıtlar,
Yalnızca, seni yazdıkça gülümsesin bana.

Bana bir dünya anlat sevgilim,
Şarkıların yalnızca bize yazıldığı,
Ve şiirlerin yalnızca benden uğradığı sana.
Sen ki,
Anlatacağın Dünya’ya dahi karşılık,
Benim dünyam olacaksın.
Ama sen anlat sevgilim,
İçinde bizden başka,
Bir mevsime denk gelmeyen o dünyayı.
Çünkü sen,
Mevsimlerin getirdiği o kokulardan da güzelsin.

Kördüğüm



Hayat bu.
Ezilesi hiç bir yerinde kördüğüm yok.
Bir yürekle doğurulan özlemin mevsimi,
Hiç bir yarin tutmaz elinden.
Bir bulutu şapkada dolan,
Ve doluluğunu döken kokusuyla,
Tenime değen değil,
Yalnızca içime çekebildiğim,
O yağmuruyla büyülenmiş mevsimin,
Tutmaz elinden.

Diyarlarca gezilebilecek bir toprağa sahip değil.
Hayat bu,
Ne Şükrü’nün Ömürünü,
Ne Nazım’ın Pirayesini,
Ne Yusuf’un Züleyhasını,
Kaldıramazdı.
Benim de kaldıramadı ellerimin karşısında eğilmeyi.

Tanrıya teşekkür etmenin güzelliğini tattınız mı hiç?
Gül bahçesinin dikenlerinden bahsetmiş miydi bu dünya?
Gülleri koparmanın topraktaki acısını bilir misiniz?
Güzel bir kadının gülüşünün sönmesinin,
Kalbe bıraktığı acıyı bilir misiniz?

Hangi manzara üstündür insanın kalbinden?
Harabelerin bile konuştuğu,
Sevdaların bile filizlendiği,
Gücün bile tesirini bulunduran,
O yüreğin manzarası hangi coğrafyada yatar?

Yeryüzü mütabık değildir elbet.
Benim gözlerim kadar münasebeti yoktur.
Ama ben herşeyini bırakan,
Ömrünü uzak diyarlara uğurlayan,
Ruhunu akşam güneşinin değdiği sahillerde bırakmış,
Ve şiirlerini susturamayan,
Boğazı kördüğüm bir adamım.
Ve bu hayatın ise,
Yoktur ezilesi hiçbir yerinde kördüğüm.

Baharın Telaffuzu



O güzel gözlerinin,
Başka bir tarifi yok hayatımda,
Senden başka.

Ben sana dünyayı bırakıyorum,
Baharı gözlerinde bulduğum anlarda.
Boynunda uyuduğum anlarda,
Sırtımı döndüğüm bir İstanbul mevcuttur.
Oturduğum sandalyenin manzarası,
Sadece sana dönüktür.

Bir gençliğim var elbet,
İstanbul’un karanlık kuytularında sürmüş,
Batan güneşine hasret kalan.
Ancak ömrümün hakkı olmalıdır,
Bütün manzaraları devşiren gülüşün.
Tarifi yoktur,
Ellerinde doğan güneşin,
Açalyalara verdiği gül yüzlülüğün.

Üzerimdeki paltonun ağırlığını bilirsin.
Açılmayan gözlerimin üzerindeki yorgunluğu,
Elbet ki bilirsin.
Gülemeyen suratımın ezdiği çocuğa,
Kalbimin içinde şahitsindir.
Eğer içeride tutuyorsan onun ellerinden,
Üzerinde güllerin bittiği kollarına
Muhtaç olan bu adamı,
Sana anlatacaktır.
Ben ise sana,
Her daim rastlarım,
Aklımla kalbimin buluştuğu bir baharda.

Gülüm,
Uzat ellerini bana.
Önümüzde tamamlanacak,
Bir ömür var seninle daha.

Bitap Şair

Sırtında aksaklığın onlarca izi mevcut.
Boğazı düğümleniyor,
Belli gözlerinden, çok yorgun.
Varlığına şükrettiği şeyler,
Kendi varlığını itiyor.

Uzun boylu uçurumların mevcut bir fedaisi değil.
Sadece yüreğinde doluyor ağrısı.
Bir perinin kalbine dokunmuş ellerinden öpüyor.
Sabah ayazının tenine değen ağrısını seziyor.
Gözleri doluyor,
Çağlar sonrasında,
İlk defa.

Bir sevda,
Ruhunun urganı oluyor.
Uzun uykularından birinde değil,
Çaresiz elleri bitap olmuş dualarından.
Kurtulmaya çalıştığı bir idam değil bu,
Yüreğinin arzusu ve daimi,
Yıkabileceği bu dar ağacına,
Dokunamıyor.

Dinleyeceği son bir şarkı yok,
Hayatının hiçbir evresinde çalmamış.
Dudaklarında umut verecek cümleler,
Kalbinin kırıklığını içinden atacak olanlar,
Diline verilmiyor.
Yüreğinde beslediği,
Emzirdiği,
Büyüttüğü o şarkı,
Seni bırakamam diyemiyor.

Çağlar sonrasında,
Asırlar sonrasında,
Düşüyor bir damla.
Ne yıkabileceği bu dar ağacının manasına,
Ne de boynuna dolanan urgandan sevdasına,
Kalbinin haraplarını anlatamıyor.

Yok bu kirpiklerin üzerinde hiçbir elveda.
Olmamalı bu fotoğrafların bırakılmışlıkları yarıda.
Öksüz kalacak şiirlerin başına alınamaz bir tebaa.
Güzel gülen güllerin ve bu naçakların yolu,
Birleşemez onun şiirlerinin altında.

Aciz Fahişe

Güllerin içinden izliyordu savaşı.
Bir tarafında merhametin keskin baltası,
Bir tarafında gaddarlığın küçük bir papatyası vardı.
Ellerini güllerin içinde dolaştırdığında,
Yaralıların kalbi kanıyordu bu dünya üzerinde.
Sevmek geçemiyordu sevişmekten öteye.

Fahişe kolları ve dudaklarıyla varacaktı hükmün sehpasına.
Canında biliyordu haykırdığını bağlamaların,
Ama bir merhameti,
Dilenirken bekliyordu tanrıdan yalnızca.

Kafasını kaldırmış göğe,
Yıldızların içinde hep görmeyi düşünüyordu
Kalbinin aynasını.
Gülen gözler görüyordu benimle
Morarmış göz altlarından sıyrılan.
Dişlerinin arasında geçmişin yükünü,
Anlatamamaya tabi zorluklar biliyordu.

Şiirler istiyordu birtakım bulutlardan.
Şairden bir gönül borcu istiyordu.
Yazarlardan bekliyordu romanlarca sırf onu dolduracak güzelliği ve emeği.
Paçasındaki yalnızlık yerini prangaya bıraktığı zaman,
Benim bile sevesim geliyordu.
Ancak merhamet,
Benim dünyamda kesmişti gaddarlığın papatyalarını.
Tıpkı sevmenin,
Sevişmekten öteye geçtiği gibi.

Sigara

Ben,
Ben yorgun olduğum bir hayattan geliyorum.
Ne ayakkabılarımın ucunda saf bir sevinç,
Ne de omuzlarımın yüksüz kaldığı bir yıl taşıyorum.

Birtakım depremlerin altına feda ettim hep yüreğimi.
Gözümü açamadım, belimi doğrultamadım,
Ve gülemedim.
Hep ellerinden tuttum bu kuşluk vakitlerinin.
Güneşin her doğuşunda canım çıktı benim.
Ardına düştüğüm bir manzaraya bakıp kalamadım.
Dünyanın güzelliklerini görmeye dahi yoktu aklım.

Vaktim oldu,
Birilerinin gitmelerine ağlayacak.
Ardında düşürdüğü birtakım hayalleri,
Çalıp cebime saklayacak kadar vardı günahım.
Tanrının,
Kollarını açmasını bekleyecek kadar,
Tükendiğim de oldu.
Ama vazgeçmedim.
Baharları gözlerinden ayırt edemedim.

Vazgeçmedim gözlerinin hakim olduğu bu coğrafyadan.
Ellerimizi bir arada gören bütün caddeleri dosttan öte taşımaktan,
Sana sarılabildiğim köşelerde canımın bir parçasını bırakmaktan,
Uykunla süslenen geceleri,
Hala bir şarkıya denk edememekten,
Vazgeçmedim.

Ve ellerimi kalbime koyduğumda,
Yeniden ellerini tutabilmemin ümidi ile,
Bir sigara daha yaktım.

Artık Acıma Kalbim

Senin olmadığın yerlerde,
Dünyanın henüz doğmadığı zamanlar,
Ben henüz göç etmeyi keşfedememiş,
Göklerden düşmekle mükellef olan kuşlardandım.

Bilmezdim ötüşlerimizin,
Ve söylediğimiz şarkıların,
Senin sesinin altında sönüp gideceğini.
Elbet diyorduk,
Kıtalar ayrılıyordu.
Senin ayaklarının altından uzaklaşan her kıtayı,
Bir karanlık kaplıyordu.
Sen gidiyordun,
Ve ben göçlere başlıyordum.
Ölmemeyi öğreniyordum.

Her zamana denk olabilirdi kanatlarım,
Ancak yüreğim de yorgun kalıyordu;
Ve senin terk etmiş olduğun topraklara,
Bir beden daha bırakıyorduk.

Yolum oluyordun,
Yolculuk güzelleşiyordu.
Bazen belki tanrı küsüyordu bana,
Sesleniyordum;
Ey tanrım, senin kulundur senin elinin güzelliği,
Kuluna, armağan ettiğin kalple vuruldum.
Beni affet,
Kendi başıma bilemedim yaşamayı.

Artık acıma kalbim.
Ne ağaçların, ne okyanusların,
Ne de bu baharların rengi renk kaldı gözümde.
Artık acıma kalbim,
Ben bu mekanın sultanına canımı bağışladım.

Her Kadından Şiir Olmaz


Güzel günler,
Hepsi düşüyor bu koşuşturma esnasında cebimden.
Kim uzatıyor ardımdan düşürdüklerimi,
Kim sesleniyor,
Ardımda bir insan tanesi mi bıraktım ki?

Çok acelem var.
Hep, yükleme sahip olmayan cümleler kurasım geliyor;
Düşündüklerimi ve kalan her şeyimi yarıda kesip atmak,
Kaldığım yarımlar gibi.

Kaçıncı mermisi olduğunu kimse bilmiyor,
Gövdemi delip geçen bu ağrının.
Adımlarım hep bir öncekinden daha kısa kalıyor.
Ne faziletmişsin be,
Öldürmüyor bir yarım,
Yarım yaşatıyor.

Hepsi geçiyor,
Çok çabuk geçiyor.
O mağluplar sokağındaki bir yürek kalıyor,
Bendeki bir yürek.
Bas bas bağırıyor kulağımdaki şairler,
O kadından,
Olmazdı bir şiir diyor,
Ve her zaman olduğu gibi o sefil aşk,
Bir şairi daha kör ediyor.


Hep bir kör olduğumu unutmuşum.
Yakışır mıydı öyle bir kadına bu şiirler?
Hiçbir şekilde anlatamamışım.
Derdim artık sen değilsin de,
Sana yaşattıklarımın binbir güzelliğine,
Pişman kalmışım.
Kalanını, hakettiğini,
Koyarsın artık çeyizine.
Ben artık gülmeye başlamışım.

Defterden Düşen Şiir

Uzun bir ufuğa doğru bakıyorum derin derin.
Bir sızı var içimde.
Güllerine sığdıramadım diye mi bu sevdayı,
Alıp gidişidir canımın parelerini?
Oysa ki,
Kanımdı onun için döktüğüm,
Bütün bu arazilerin rengi.
Kime açıklanır,
Kime anlatılır bir kadının bu hayattaki yeri?

Gelmeyecek mi?
Hiç mi yok bir nasibi sarılmanın?
Doldurdum ellerime çocukların güllerini.
Sesimin soluğumun rengine bakmasın,
Ben değil miyim,
Gözlerinin içinde ki duyguların velisi?

Nedir bu ciğerimdeki?
Hani sözüydü bana,
Bütün mevsimlerimin büründüğü ela rengi.
Neden dolamaya başladı canımın boynuna,
Sevgisinin ipini?

Bilmiyorum tanrım.
Beni bu dünyaya verdin vereli,
İlk kez bilmiyorum.
Adımlarım nereye gidiyor,
Aldığım nefesin gayesi nedir,
Bilmiyorum.
Nedir vezirsiz şahın tahtadaki yeri ve ağırlığı?
Nasıl yem edebildim kendime,
Her şeyimi,
Bilmiyorum.

Evet tanrım,
Onu senden çok sevdim.
Yüreğimin kanadığına şahittir meleklerin.

Elbette,
Ellerinden tutmaktı huzurunda gülümsemek.
Peki ellerinden kopmak,
Ne olmalı?

Bitmişim

Bir gece sonlandı az önce,
Sensizliğin ilk gecesi.
Bir hayat yapmaya itiyor,
Omzuma binen ağır sinemi.

Seni sevmenin bir baharı yokmuş.
Gecesi de,
Gündüzü de yokmuş.
Şehrin her toprağında seni sevdiğimin kokusu yayılıyormuş.
Boşuna serpilmiyormuş ay ışıkları bu kaldırımlara,
Üzerlerinde seninle adımlarımız varmış.

Çok büyükmüş derinlerime değen ellerin.
Bir ömürlük kamburuna mesul oldu kalbimin.
Pişmanlığını kiminle konuşayım,
İlk kez beni yanıltan zihnimin.

Benimle yaşlanman için kaç yılım gerekliydi?
Beni duyamayacak kadar uzağa savrulmuşsun
Alıp yüreğini. 
Bilmek istiyordum Nazım gibi,
Bizden çaldıkları umudun,
İhtiyacı olan birine gittiğini.

Savruluyorum sevdiğim.
Büyük hatalar peşinde aklım.
Bir anda ayaklarımın altından çekildi,
Sunduğun cennetin.
Bu dünyanın zeminini,
Unutmuşum değmeden yere ayaklarım.
Senin zedelenmiş omuzlarında,
Koca bir yük olmaya alışmışım.

Unutmuş,
Ve gitmişim.
Göremeyişimin ömür boyu süreceğini,
Bir gün kokunun, başka bir adamın ciğerinde,
Kilometrelerce uzakta kalacağını,
O fotoğraf karelerinde,
Artık bizim olmayacağımızı,
Unutmuş,
Ve gitmişim.

Bitmişim.

İpten Hayat

Üzerime bir dünya geliyordu.
Ciğerime doldurduğum her sigaranın dumanı,
Düşüyordu tavanımdan.
Ayrıldığında yağmurların yolu bulutlardan,
Benden birşeyler koptuğu,
Ve kopanların bu kadar koyduğu bir gece,
Daha doğmamıştı yeryüzüne.
Artık,
Ne bakabileceğim bir aynam,
Ne de baksam dahi görebileceğim bir insan kalmamıştı.
Islak iplerini ecelin,
Ellerime dolamaktan,
Mesul değildi yüreğim.

Unutturdu bana bulutları izletmeyi hayat.
Unutturdu sahiplenmeyi yıldızları;
İçimdeki uçurtma aşklarını,
Ve eve dönüş vakitlerini mektebin.

Uzun seyahatlerimden çıkarmıştım şarkıların yerini.
Yanıma bir kitap almıyordum bile.
Beklemiyordum artık bu yollarda,
Yağmur damlalarının,
Otobüs camlarına hakim olmasını.
Yan koltuğumda tutacağım bir el yoktu.

Bu hayat çizgisinin tam olarak neresinden koptuğum,
Asla bilinmeyecekti.
Ne bulut kalıyordu gökte ipi asacağım bir tavan,
Ne de sıkılacak bir boynum.
Bir katil aramayı bıraktığımda artık şiirlerde,
Koptuğum aşikardı. 
Beni umutlarım da öldüremiyordu.

Kırıldığım bu ipler üzerinde,
İstediği gibi edebilirdi dansını yorgunluklarım.
Bende artık,
Yorulacak bir yürek de kalmadı.